Deprem: Rant, Yolsuzluk ve Kapitalizm Yüzünden Büyütülmüş bir Yıkım

Paylaş

Türkiye’nin güneydoğusunda 6 Şubat günü erken saatlerde meydana gelen 7.7 büyüklüğündeki yıkıcı depremde 29.000’den fazla kişi hayatını kaybetmiş, on binlerce kişi yaralanmış ve bu sayı halen artmaktadır. Depremin ardından, neredeyse ilki kadar büyük olan bir deprem de dahil olmak üzere 648’den fazla artçı sarsıntı meydana gelmiştir. Depremin merkez üssü Suriye sınırına yakın bir şehir olan Kahramanmaraş’tır.

Dünya Sağlık Örgütü, Türkiye’nin en yoksun bölgelerinden birinde ve savaştan zarar gören kuzey Suriye’de 23 milyon insanın etkilendiğini tahmin ediyor. Ölü sayısının 20,000’i aşabileceği tahmin ediliyordu ki bu sayı çok fazla zaman geçmeden aşıldı.

Bu, 1999 yılında İstanbul yakınlarında meydana gelen ve 17,000’den fazla insanın ölümüne yol açan İzmit depreminden bu yana Türkiye’de meydana gelen en büyük ve en yıkıcı depremdir.

Yıkımın boyutu, aradan geçen 24 yılda temelde hiçbir şeyin değişmediğini göstermektedir. Bir kez daha, bina yönetmeliklerine uygun olmayan binlerce bina çöktü ve devlet insanları enkaz altından kurtarmak ve hayatta kalanlar için temel ihtiyaçları sağlamak konusunda başarısız oldu. Devletin yardım kuruluşu depremin ertesi günü yaptığı açıklamada 11.000’den fazla binanın yıkıldığına dair bildiri aldıklarını açıkladı.

Hastaneler bile çökmüş durumda. Ağır hasar gören havaalanları ve otoyollar depremin ardından ilk birkaç gün kullanılamadı.

Şok edici bir şekilde, yerel halk yeni inşa edilen binaların da çöktüğünü bildirmiştir. Gecikmiş yeni inşaat standartları 1999’dan sonra getirildi, ancak bunlar uygulanmadı, yozlaşmış hükümet ihlallere göz yumdu. Vurguncu ve rantcı müteahhitler ve inşaat şirketleri, depreme dayanıklı binalar inşa etmek yerine maliyetten tasarruf etmek için kestirme yollar ve ucuz malzemeler kullandı.

Dahası, hiçbir devlet ya da yerel otoritenin yardımı olmadan dondurucu soğukta dışarıda bekleyen hastaların video görüntüleri depremin ilk günü sosyal medyada viral oldu.

Depremlerin yerle bir ettiği şehir, kasaba ve köylerde, felaketin üzerinden 24 saat geçmesine rağmen 150.000’den fazla kişinin hala enkaz altında olduğu tahmin edilmekteydi.

Hükümetin yeterli kurtarma ekibi göndermemesi suç teşkil etmektedir. Enkaz altında kalan pek çok insan yardım beklerken ölüyor. Yerel halk ve gönüllüler, yetkililer tarafından sağlanan hiçbir alet ya da ekipman olmadığı için çoğu durumda çıplak ellerini kullanarak ailelerine yardım etmeye çalışıyor.

Suriye’ye sınırı olan ve çok kültürlü bir şehir olan Hatay, en kötü etkilenen şehirlerden biri oldu ve binlerce kişi günlerce kurtarma ekiplerinin gelmesini bekliyor.

Hatay’da ünlü bir futbol antrenörü olan Gökhan Zan televizyonda, yetkililere şehirdeki kullanılmayan ekskavatörleri kullanmaları için yalvardı. Kullanılabilecek tüm araç ve ekipmanların inşaat şirketlerinden kamulaştırılması gerektiğini de ekleyelim.

Felaketten etkilenen bölgelerde yakıt, gıda, su, tuvalet, ilaç, çadır, elektrik ve daha birçok ihtiyaç maddesi konusunda ciddi sıkıntılar yaşanıyor.

Çoğu insan hala arabalarında uyuyor ya da dondurucu soğukta dışarıda kalıyor. Evsiz kalan çok sayıda insanı barındırmak için boş mülkler ve otellerdeki odalar devralınmalıdır.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan üçüncü gün televizyonda yaptığı konuşmada hükümetin ilk iki gün etkili bir şekilde müdahale edemediğini kabul etti. Ancak, hayat kurtarmak için doğru planlama, koordinasyon ve kurtarma operasyonlarına en çok ihtiyaç duyulan günler bu iki gündü.

Zonguldak’tan özel eğitimli, deneyimli madencilerin etkilenen bölgeye nakledilmesi 60 saat sürdü.

Kaçınılmaz olarak bina güvenliği ve hükümetin krize müdahalesi hakkında pek çok soru sorulacaktır. Felaketin bu boyutlara ulaşmasından sorumlu olan müteahhitlerin ve hükümet yetkililerinin tespit edilmesi amacıyla sendikalar ve yerel halk tarafından bağımsız bir soruşturma başlatılmalıdır.

Türkiye ve Suriye depreme yatkın ülkelerdir. Ancak öldüren depremlerden ziyade kötü inşa edilmiş binalar, vurgunculuk, ve planlama, koordinasyon ve kaynak eksikliğidir. Başka bir deyişle, öldüren kapitalizmdir.

Tanık olduğumuz korkunç sahneler, insanların güvenliğinden ziyade kârı ön planda tutan çürümüş kapitalist sistemin başarısızlıklarının bir başka göstergesidir.

Savaşın parçaladığı Suriye’de altyapı, iç savaş ve devam eden ekonomik yaptırımlar nedeniyle zaten çok zayıftı. Kuzey Suriye’de hem hükümetin hem de isyancıların elinde bulunan bölgelerdeki yetkililer müdahalede başarısız oldu.

“Devlet nerede?

“Devlet nerede?” sorusu Türkiye’nin dört bir yanındaki insanlar tarafından tekrarlanıyor. Felakete verilen kötü tepkinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı artan kızgınlığı daha da arttırması muhtemel. Ocak 2023 itibariyle %121’e ulaşacağı tahmin edilen yüksek enflasyon nedeniyle Erdoğan’ın popülaritesi zaten tarihsel olarak düşüktü.

Sendikalar, sol örgütler, toplum grupları ve binlerce gönüllü enkaz altında kalan insanları kurtarmaya ve hayatta kalanlara temel ihtiyaç malzemeleri sağlamaya çalışıyor. Bu girişimler umut vericidir ve yakın vadede kurtarma operasyonlarını koordine etmek ve temel ihtiyaç maddelerini sağlamak üzere işçilerden ve yerel topluluklardan oluşan demokratik yerel mahalle ekiplerinin oluşturulmasına doğru bir adım olabilir.

Türkiye’nin dört bir yanında ve dünyanın diğer bölgelerinde sıradan insanlar, felaketten etkilenen bölgelere temel ihtiyaç malzemeleri göndermek için inanılmaz bir seferberlik içindedir. Sıradan insanlar hükümetle bağlantısı olmayan sivil toplum kuruluşlarına bağışta bulunuyor. Her ne kadar Erdoğan’ın partisi anketlerde hala küçük bir farkla önde olsa da, bu durum hükümete duyulan düşük güven seviyesinin bir yansımasıdır.

Dünyanın en zengin ülkelerinden biri olmasına, devasa kaynaklara ve becerilere sahip olmasına rağmen, Türk devleti bu felakete müdahale etme konusunda çok başarısız oldu. Toplumlara yatırım yapmak ve tüm binaların depreme dayanıklı olmasını sağlamak yerine, vurguncu zenginler parayı cebe indirdi. Hükümet ve büyük şirketler esas olarak kısa vadeli çıkarlarını düşündükleri için böyle bir olayla başa çıkmak için hiçbir plan ya da hazırlık yapılmadı.

Hükümet sadece imar kurallarını ihlal eden inşaat şirketlerini görmezden gelmekle kalmadı, Erdoğan hükümeti 2018’de kaçak olarak inşa edilen binalar için güvenli olup olmadıklarından emin olmadan imar affı çıkardı. Hükümet, kaçak binalarını tescil ettiren başvuru sahiplerinden 3 milyar dolar gelir elde etti.

Olağanüstü hal

Cumhurbaşkanı Erdoğan, etkilenen şehirlerde olağanüstü hal ilan etti. On şehri kapsayacak olan olağanüstü hal üç ay sürecek ve 14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinden hemen önce sona erecek.

Hükümet her türlü muhalefeti susturmak istiyor ve beceriksizliğini ortaya çıkaracak hiçbir bilginin yayılmasını istemiyor. Olağanüstü hal, polise bölgede durdurma ve arama yapma konusunda geniş yetkiler veriyor, her türlü protestoyu ve izinsiz gazete ve bildiri üretimini ve dağıtımını yasaklıyor.

Erdoğan ve iktidar partisi depremi, yetkilerini arttırmak ve demokratik hakları çiğnemek için bir fırsat olarak kullanacaktır. Hükümetin verdiği korkunç tepki göz önüne alındığında, Mayıs ayında yapılacak seçimlerin iptal edilmesi ya da ertelenmesi ihtimali göz ardı edilemez.

Deprem, çürüyen kapitalist sistemin başarısızlıklarını grafiksel olarak göstermektedir. Her iki ülkedeki yetkililer de bu tür felaketlerden etkilenen insanlara ev, güvenlik ve temel kaynakları sağlamakta başarısız olmuştur.

Bu depremin Erdoğan rejimi ve Türkiye kapitalizmi için krizi derinleştireceğine şüphe yok. Türkiye toplumundaki ruh halini ölçmek için henüz çok erken, ancak rejime karşı öfke şimdiden açıkça görülüyor.

Bu trajediyi iyileştirmeye başlamak için acil bir kitlesel, depreme dayanıklı, uygun fiyatlı ev inşa programı ve sağlık çalışanları için enflasyona dayanıklı ücret artışları ile tam olarak finanse edilen bir ulusal sağlık hizmeti gibi sosyalist politikalar gereklidir.

Bu acil önlemlerin yanı sıra, büyük işletmelerin vurgunculuğunu durdurmak için konut, gıda ve su tedarik endüstrilerinin demokratik işçi sınıfı kontrolü altında kamulaştırılması gereklidir.

Sadece üretim ve dağıtımın işçi sınıfının demokratik kontrolü altında olduğu sosyalist planlı bir ekonomiyle, milyarderlerin değil tüm toplumun ihtiyaçlarının karşılandığı bir dünya yaratabiliriz.


Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir