Ekonomik Kriz ve Çalışma Koşullarına Yönelik Saldırılar – İşçilerin Endüstriyel ve Siyasi Mücadelerini Birleştirin!

Koronavirüs salgının patlak vermesinden önce bile, Türkiye ekonomisi büyük bir çoküşün eşiğindeydi. 2018’den bu yana ülke, kurdaki değer kaybı ve yüksek enflasyon oranlarıyla boğuşuyor. Çoğunluğun yaşam standartları o zamandan beri hızla kötüleşti. Türkiye’de çalışan yoksul oranı şu anda Avrupa ülkeleri arasında en yüksek oranlardan biridir.
Hükümet tarafından yapılan resmi 2019 anketine göre, Türkiye’de 17 milyon insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. 2019’da en zengin yüzde 20 ile en yoksul yüzde 20 arasındaki eşitsizlik 8,3 kat arttı.
İşçi sınıfının ve gençlerin karşı karşıya olduğu sorunlar artık salgın sırasında katlandı. İki milyondan fazla işçi ücretsiz izine yollanarak, asgari ücretin yarısından daha azını alarak hayatta kalmaya çalışıyor. Ki Türkiye’de ulusal asgari ücret, kiraları, faturaları ve diğer masrafları ödemek bir yana, aylık gıda alışverişini karşılamaya bile yetmiyor. Dolayısıyla şu anda 10 milyondan fazla işçiye sefalet maaşı ödeniyor.
Türkiye kapitalizminin krizi
Türkiye ekonomisinin kötü yönetimi iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) içinde bölünmelere yol açtı.
Geçen sene eski başbakan Ahmet Davutoğlu ve eski ekonomi bakanı Ali Babacan gibi partinin önde gelen isimlerinden ikisinin kendi partilerini kurması, AKP’nin bazı kesimlerinin partinin artık kapitalist sınıfın çıkarlarını güvenilir bir şekilde temsil etmemesine dair kaygılarını gösteriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı, Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın geçen Kasım ayındaki ani istifası, bu bölünmeleri daha da göz önüne getiriyor. Albayrak’ın yerini, Albayrak’ın ekonomi yönetimini eleştiren bir hükümet yetkilisi aldı. Yeni maliye bakanının ilk eylemi, faiz oranlarını % 17’ye yükselterek yatırımcıların Türkiye ekonomisine olan güvenini artırmak oldu. Bu, Erdoğan’ın uzun süredir karşı olduğu bir politikaydı, ancak ekonomik krizin boyutu nedeniyle bu ısrarından vazgeçmek zorunda kaldı.
2020’nin ikinci çeyreğinde Türkiye ekonomisi% 10’luk bir küçülmeye tanık oldu. Ekonominin yeniden açılmasıyla üçüncü ve dördüncü çeyreklerde kısa bir toparlanma yaşandı. Ancak bu gerçek bir iyileşme değildi. Kamu borcu bir yılda yüzde 41 arttı ve döviz rezervlerinin azalmasıyla Türkiye ekonomisi şu anda büyük bir mali sıkışıklıkta. Türkiye ekonomisinin krizinin temelinde küresel kapitalizmin krizi yatmaktadır.
Hükümetin ekonomik durumu rakamlarla oynayarak güzelleştirme girişimlerine rağmen, emekçi halk resmi enflasyon ve işsizlik oranlarının gerçeği yansıtmadığını açıkça görebiliyor. Resmi enflasyon oranı yüzde 13 olmasına rağmen, reel enflasyon oranının yüzde 30’un üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Kapitalist krizin bir sonucu olarak giderek daha fazla insan yoksulluğa sürükleniyor.
Gerçekte işsizlik seviyesi % 26’nın üzerindedir. Genç işsizliği % 25’tir. Sol sendika konfederasyonu Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) tarafından hazırlanan bir rapor, işsizliğin 10 milyona yaklaştığını gösteriyor. Resmi hükümet raporları, iş aramayı bırakan milyonlarca insanı yok sağdığı için işsizliğin çok daha düşük olduğunu söylüyor.
Kapitalist sistemin neden olduğu bu krizden yalnızca sosyalizm bir çıkış yolu sunuyor. Sosyalist planlı ekonomiye doğru bir adım olarak, büyük şirketlerin ve bankaların işçilerin demokratik kontrolü ve yönetimi altında kamulaştırılması, kitlelerin yaşam standartlarını dönüştürecektir.
Code 29 – patronlar için bir silah
Salgının başlangıcında AKP hükümeti, salgın sırasında kimsenin işini kaybetmeyeceğini duyurarak ‘işten çıkarma yasağı’ getirdi. Bu, kapitalist medya tarafından selamlandı. Bu sözde “işten çıkarma yasağı”, işçi haklarına yönelik saldırılar da dahil olmak üzere bir sürü koşulla geldi.
Gerçek şu ki, patronlar salgın sırasında işçileri işten çıkarmak için iş kod 29’u kullanıyor. Bu yasa esas olarak sendikalı işçilere yöneliktir. Kod 29’u kullanan patronlar, işçileri ahlaksızlıkla suçladıktan sonra hiç bir yargılama olmadan işçileri işten atıyor. Kod 29’dan dolayı işten atılan işçiler, işsizlik yardımından mahrum bırakılıyor, tazminat hakkından yaralanamıyor ve kara listeye alınıyorlar.
Daha fazla patron kod 29’u kullanarak, işçi haklarını baltalıyor, işçileri sosyal haklardan mahrum bırakıyor ve işsızlığe mahrum bırakıyor. Sermaye sınıfının bu saldırılarına karşılık örgütlü işçi sınıfı mücadele ediyor.
Çorum’da, DİSK’e bağlı Birleşik Metal İşçileri Sendikası üyesi doksanın üzerinde metal işçisi, fabrika yönetiminin sendikalı işçileri ahlaksızlıkla suçlaması nedeniyle işten çıkarıldı. Metal işçileri, Aralık ayı başından beri militan protestolar düzenliyorlar ve işlerini kaybeden işçilerin işe iade edilmesini, sendikaya üye olma hakkı ve toplu pazarlık hakkını için kararlı bir şekilde mücadele ediyor.
Benzer şekilde, PTT-SEN adlı bağımsız bir sendikada örgüleri taşeron posta işçileri, yönetim işçi haklarına saldırmak için 29 numaralı kodu kullandığından, PTT tarafından işten çıkarıldı. Gerçek şu ki, posta işçileri sendika faaliyeti nedeniyle mağdur ediliyor. Posta işçileri 50 günden fazladır protestolar düzenliyorlar.
Bunlar, işçi sınıfının bazı kesimlerinde var olan savaşma havasının bir göstergesidir. Bu grevler, işçi hareketinin geri kalanının patronlara karşı koordineli eylem örgütleme güvenini artırma potansiyeline sahiptir.
Erdoğan, cumhurbaşkanlığı döneminde işçi sınıfının en militan kesimleriyle karşı karşıya geldiğinde birkaç kere geri adım attı. Geçtiğimiz aylarda Erdoğan’ın partisi, sendikalı işçiler tarafından düzenlenen birkaç protesto ve iş bırakma eyleminin ardından, tazminat hakkını ayaklar altına alma planında bir U dönüşü yapmak zorunda kaldı.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) kontrolündeki Kadıköy meclisi ile DİSK’e bağlı bir sendika arasındaki son anlaşmazlıkta da gördüğümüz gibi, sendika bürokrasisinin militan eylemlerde bulunmak isteyen işçilere fren yapmak için elinden geleni yapacağı da açıktır. DİSK’e. Grevin üçüncü gününde, sendika liderleri grevcilere danışmadan kapalı kapılar ardında bir anlaşma üzerinde anlaştılar. İşçi sınıfının demokratik ve mücadeleci örgütlerini inşa etme ihtiyacı acil bir görevdir.
1963 Kavel grevi
1960’ların işçi mücadeleleri ile örgütlü işçi sınıfının mevcut mücadeleleri arasında belirli paralellikler kurulabilir. Özellikle, 1963’teki muhteşem Kavel Grevi, işçilerin kapitalist hükümetleri geri çekilmeye nasıl zorlayabileceklerinin en iyi örneklerinden biridir.
Sağcı popülist lider Adnan Menderes’i deviren askeri darbenin ardından yazılan 1961 anayasası, ilerici reformlar yapma sözü verdi. Bu reformlar arasında grev hakkının ve toplu pazarlık hakkının tanınması vardı. Ancak, bu hakların uygulanmasına yönelik herhangi bir yasal değişiklik yapılmamıştır. Türkiye’de grevler hâlâ yasaktı.
Yönetimle çalışma saatleri ve yıllık ikramiye dağıtımı konusunda çıkan anlaşmazlığın ardından, işçilere sendikayı terk etmeleri için baskı uygulandı ve dört işyeri temsilcisi işten çıkarıldı. Bunun ardınan, fabrikada grev başlattı ve 173 işçi fabrikayı beş gün boyunca işgal etti. Grev sırasında, diğer fabrikalardan binlerce işçi grevdeki işçileri ziyaret etti ve işçileri desteklemek için para toplayarak destek sundu. Grev, işçiler için zaferle sonuçlandı. Grev hakkını güçlendiren gerekli yasal değişiklikler yapıldı. Bu, Türkiye’deki işçi sınıfı mücadelesi tarihinde bir dönüm noktası oldu. Kavel grevini çok sayıda militan grev ve protesto izledi.
Patronların saldırılarına karşı mücadele eden metal işçileri, posta işçileri ve diğer işçiler tarafından düzenlenen kararlı eylemler, Kavel işçilerinin 1963’te düzenledikleri militan grevi andırıyor.
Türkiye işçi sınıfı tarihindeki o dönem, öğrenci hareketinin doruk noktasına ulaşmasına da tanık oldu; çünkü daha fazla öğrenci, emekçi halkın ve köylülerin yaşam standartlarını dönüştürmek için sosyalizmin gerekli olduğu sonucuna vardı. Ne yazık ki, Stalinist ve Maoist fikirlerin Türkiye solu üzerindeki etkisi, bu öğrencilerin kapitalizmden kurtulmak için kitlesel bir işçi sınıfı mücadelesi inşa etmektense kendilerini gerilla savaşı başlatırken buldukları anlamına geliyordu.
Bugün, Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve çalışanları tarafından hükümete sadık bir kişinin rektör olarak atanmasına karşı Ocak 2021’den bu yana düzenlenen protestolar, işçi sınıfının karşı karşıya olduğu korkunç durum göz önüne alındığında, ülkenin geri kalanında çok daha büyük bir sosyal patlamayı tetikleme potansiyeline sahip. Erdoğan’ın en büyük korkusu bu. Ancak Erdoğan, kendi destekçilerini kişileri üniversite rektörü olarak atayarak, her bir devlet kurumu üzerindeki kontrolünü artırmaya çalışıyor. Hükümet, Kürt yanlısı Halkların Demokratik Partisi (HDP) kontrolündeki belediyelere de kayyımları atadı.
İşçiler, gençler ve ezilenler için siyasi bir araca ihtiyaç var
Bu arada, Türkiye’de yaşayan Kürtlere yönelik acımasız devlet baskısı devam ediyor. HDP’nin kapatılacağına dair bile söylentiler var. Kürt halkına yönelik işkence, anti-demokratik müdahaleler ve diğer türden saldırılar her gün yapılıyor. HDP’nin büroları Türk polisi tarafından basılıyor. Ancak ağır baskıya rağmen, HDP Türkiye parlamentosunun üçüncü büyük partisi olmaya devam etmekte.
Özellikle HDP’nin eski lideri Selehattin Demirtaş’ın tutuklanmasından bu yana, HDP yönetimi savunmacı bir yaklaşım sergiliyor ve ağırlıklı olarak insan hakları ve demokrasi konularına odaklanıyor. HDP üzerinde fiilen bir kuşatma olduğu doğrudur. Ancak HDP sosyalist bir program benimserse ve sendikalar ve diğer sosyalist gruplarla birlikte yeni bir kitlesel işçi partisi oluşturmak için bir konferans çağrısı yaparsa, bu Türkiye’deki siyasi durumu değiştirecektir. Demokratik haklar için mücadelenin sosyalizm mücadelesiyle bağlantılı olması çok önemlidir.
İşçi sınıfı ve orta sınıf insanlar arasında biriken öfke göz önüne alındığında, Türkiye’de işçi sınıfının siyasi temsili sorunu başgösteriyor. Soldaki hiçbir kuruluş bu sorunu çözmek için bir strateji öne sürmüyor. Demokratik haklara yönelik bir dizi seçim yenilgisi ve saldırı, bazı kesimlerde moral bozukluğuna yol açtı. Türkiye’deki neredeyse tüm Troçkist örgütler, sadece endüstriyel mücadeleye odaklanıyır. Oysa endüstriyel mücadelenin siyasal bir kolu olması elzemdir. Yeni bir kitlesel işçi partisinin, sendikacıları, sosyalistleri, gençleri ve ulusal hakları için mücadele eden Kürtleri içermesi ve sosyalist program benimsemesi lazım. Sendikaların bu aşamada işçi sınıfının siyasal temsiliyet sorununu çözmek için organize edeceği bir konferans bile heyecan verici bir etkiye sahip olacak ve patronlarla ve Erdoğan hükümeti ile savaşan işçilerin özgüvenini artıracaktır.
İşçilerin Enternasyonel’i için Komitesinin (CWI) test edilen fikirleri ve yöntemleri, Marksist ve devrimci bir örgütün embriyosunu oluşturma sürecini başlatmak için Türkiye’deki işçi sınıfının ve gençliğin en politik ve sınıf bilincine sahip ileri kesimlerini çekme potansiyeline sahiptir.
Sosyalist bir Türkiye ve sosyalist bir dünya için bizimle iletişime geçin ve cwiturkiye@gmail.com adresine e-posta gönderin!
Berkay Kartav